(NURALA GÖKTÜRK HANIMEFENDİNİN ANILARINDAN)
Ben Doğu Türkistan’da doğmuş, doğduğu topraklardan zorunlu olarak göç etmiş, bir kez olsun dünya gözüyle doğduğu toprakları sonrasında görememiş bir muhaceret çocuğuyum. Küçük yüreğine hicretin ateş kıvılcımları düşmüş, vatan kokan mektupları bekleyen, anneciğinin gözyaşlarına mendil olmak isteyen, buruk acılarla büyüyen çocuklardan birisiyim. Talihsizim diyemiyorum. Her şeye rağmen, ailesinin huzuru için bütün imkanını seferber etmiş, bize iyi bir hayat sağlama çabasında olan müşfik, çalışkan ve cefakar bir babam, babamla birlikte bizi şefkatle hayata hazırlayan melekler gibi annem vardı…
Ağır ve külfetlidir muhaceret…
Geceleri kah yağmur damlaları, kah kar taneleri, kah dolunayla, kah yıldızlarla, kah sokak lambasının etrafında uçuşan pervanelerle dertleşirdi anneciğim. Muhacerette yollar gözlenir, hasret demlenir, gözyaşları göz pınarında tüllenir, mektuplar yazılır cevabı beklenir. Türkistan’dan uzun bekleyiş sonucu gelen ilk mektup hafızamda hala tazeliğini koruyor. Bir gün postacı gelmiş anneciğimin eline bir mektup vermişti. İlk mektubu aldığı gün hissettiği heyecanı gözlerinde beliren umut ışığının hasretle karışmış hali ne çok etkilemişti beni. Sanki ne olduğunu anlamak için kanatlanmış ve annemin yanına uçmuştum. Okuması, yazması yoktu anneciğimin. Heyecanla büyük ablam Aypaşa’ya seslenmiş, mektubu okuyasın balam demişti. Bütün ev halkı ablamın etrafını sarmış pür dikkat mektubu dinliyorduk. Akşam babam gelince mektup yeniden okunmuş, ertesi günü yengelerim bize gelmiş onlara da okunmuştu. Ev halkı hiç haber alamadıkları memleketten bir buçuk yıl sonra gelen mektubun her satırını iman tazelercesine dinleniyordu, gözyaşları sel oluyordu.
Anneme gelen ilk mektubun haberini alan hemşerilerimiz başka mahallelerden bizim evimize geliyorlar ve mektubu okutturuyorlardı. Uzun süren gelip, gitmelerden sonra annem hemşeri hanımları evimize davet etmiş ve onlara topluca ziyafet vermişti. Yemekler yenmiş nihayet sıra mektup okunmasına gelmişti. Heyecan dorukta mektup okunmaya başlanmış, gözler buğulanmış, evde matem havası esiyordu. Herkes hıçkırıklarla ağlıyor, birbirlerine sarılıyor, birbirlerinin gözyaşlarını siliyordu. O gün çocuk yüreğim çok acımıştı. O gün, bugün özlemin damıttığı hasretli gözyaşlarını hiç unutamadım, unutamam…
İlk mektup o kadar çok okundu ki; neredeyse mektubun tamamını ezberlemiştim. Akrabalarımız, yakınlarımız ikinci mektup gelinceye kadar her toplandıklarında tekrar tekrar okudular, kokladılar, ağladılar. Anneciğim o incecik saman kağıdına yazılmış olan iki buçuk sayfalık mektubu sık sık eline alıp, kokluyor, kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu.
Onların ağlamasına anlam veremiyordum. Mektupta bizim ailedeki herkesin hatırını tek tek soruyor, ardından kendilerinin Mao’nun gölgesinde ve Komünist Partinin rehberliğinde çok iyi olduklarını çok akıcı bir üslupla ifade ediyordu. Akrabalarımızın selamlarını isim isim yazıyordu. Bana göre ağlanacak, acınacak, üzülecek hiçbir şey yoktu. Usta bir kalem erbabı tarafından şiirsel bir dille yazılmış bu mektubu her defasında ben de can kulağınla dinliyor bir şeyler çözmeye çalışıyordum. Bir gün: “ Anneciğim mektup ne kokuyor? Neden ağlıyorsunuz?
Canım anneciğim yaşı hiç kurumayan o şefkat dolu gözleri ile bana manalı manalı baktıktan sonra: “ O mektup vatan kokar, ana kokar, kardeş kokar. Sen daha küçüksün balam anlayamazsın. Bizim her şeyimiz çok uzaklarda kaldı, biz artık o diyarlara dönemeyiz. Bizim vatanımızın her yanında od (ateş) yanıyordu. Yakınlarımız kıyametin orta yerinde kaldılar. Biz; sizlerin geleceğini kurtarmak için her şeyimizi bırakıp çıkıp, geldik. Oradan oraya göç edip duruyoruz. Henüz nerede yerleşip kalacağımız ve nerede hayata devam edeceğimiz de belli değil.” Dediği yıllar Afganistan’ın Başkenti Kabil’in Şamalı Saray ( Şimalı Saray- Rüzgarlı Saray) semtinde ikamet ettiğimiz 1962- 63 yılları olmalıydı…
Hatırımda kaldığı kadarıyla Arap alfabesi ve Uygur Türkçesiyle yazılan o ilk mektupta:” Özleyişler dolu selam mektubu, çok özleyince yazılan mektubu, gözyaşlarıyla doldurup, özleyenler bir olup, hasretleri kondurup, mektup yazdık oturup, bize cevap veriniz. Selametliği bildirip, can candan aziz hürmetli, mihri şefkatli, Mihriban’ım kızım Fatma hanım, kadir Kıymetli Aziz Muhterem damadımız Seyit Abdülvelihan Hocam nasılsınız, haliniz nasıl, selamette misiniz? Gönderdiğiniz mektup elimize geçti ancak zamanında cevap yazamadık. Bizim hal ve hatırımızı soracak olursanız önce Ulu Önderimiz Maocu-şinin sonra Komünist Partinin rehberliğinde çok iyiyiz vs vs…”
Anacığımın bana anlattıklarını tam olarak o gün anlamasam da yaşımla beraber içimde büyüyen hasret yangını her yıl daha da alevlenerek benimle büyümüştü. Usta kalemlerden dökülen kafiyeli yanık sözlerle yazılmış vatan kokulu mektuplar benim küçük yüreğimin derinliklerine sımsıcak bir köz gibi düşmüştü. Şiire sevdalanışım ondandır. Kalemi kılıç eyleyip tüm kötülük ve çirkinliklerin üstünü çizmek, yerine sevgiyi, aşkı, sevdayı, dostluğu, kardeşliği, barışı yazmak isteyişim ondan!
Ucundan, kıyısından paylaştığım çocukluk anılarım dalga dalga geçer gözlerimin önünden. Hayal güvercinlerim pervaz eder diyar diyar uçarlar yarım asır ötelere, özlem yüklü iç çekişlerle!
Doğduğu topraklara bir daha geri dönememenin, akrabalarının, sevdiklerinin, sevincini, kederini paylaşamamanın, mutluluğuna ortak olamamanın, öldüklerinde cenazelerine katılamamanın burukluğunu ömür boyu yaşayan anneciğim ve babacığımın, bütün muhacir büyüklerimin ruhları şad olsun, kabirleri nur dolsun.
Tanrı Dağlarından, Erciyes’in eteklerine sökün eden hüzünlerin, gözyaşlarının, vatan kokan mektupların sıcaklığında sizleri yad ediyoruz!
AKTARAN
Gülay SORMAGEÇ
Comments